Astana görüşmelerinin galibi Rusya – Yorum
Suriye’deki iç savaşa çözüm bulmak için Astana’da yapılan görüşmeler uzun bir sürecin ilk önemli bir adımı niteliğindeydi. Peki, görüşmeler başarılı oldu mu?
Ahi Evran Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi ve 21.Yüzyıl Türkiye Enstitüsü Ortadoğu ve Afrika Araştırmaları Merkezi Başkanı Serhat Erkmen DW Türkçe’deki yazısında bu sorulara yanıt verdi. Erkmen’e göre ilk turun galibi Rusya.
23-24 Ocak 2017’de Suriye’de 6. yılını doldurmaya yaklaşan olan iç savaşa çözüm bulmak için Kazakistan’ın başkenti Astana’da yapılan görüşmelerin başarılı olup olmadığını değerlendirmenin yolu “başarı”yı tanımlamak. Eğer, başarının kıstası rejim ile muhalifleri aynı masanın etrafında toplamak ise bu Suriye’deki durumun ciddiyetini kavramamak anlamına gelir. Ancak olup bitenler incelendiğinde en azından ilk turun galibinin Rusya olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır.
Garantörler ne bekliyordu?
Astana görüşmelerinin baş aktörü açık bir biçimde Rusya’ydı. Tek bir cümle ile anlatmak gerekirse, Rusya, Suriye’deki stratejik hedeflerine ulaşmak için Ekim 2015’te açık hale getirdiği askeri operasyonlarından elde ettiği kazanımlarını diplomatik ve siyasi alana taşımak istiyor. Astana Görüşmeleri de bunun bir parçasıydı. Konuya daha detaylı olarak bakıldığında Rusya’nın hedefleri şöyle sıralanabilir:
Şimdilik geçici ve kısmi ihlallerle yürüyen ateşkes anlaşmasını, rejim ile muhalifler arasında uzun süreli bir görüşme platformuna çevirmek. Böylece hem uzun vadeli siyasi görüşme sürecinde rejimi meşru bir taraf olarak sunarken hem de muhalifler arasında bir ayrılık yaratmak.
Rejim ile muhalifler arasındaki çatışmalarda etkin olan Türkiye ve İran gibi bölge devletlerinin dahil olduğu bir süreçle ateşkesteki çatışma olasılığını azaltmak. Bunu yaparken bu ülkelerin birbirlerine karşı rahatsızlıklarını kullanarak rejim ve hatta muhalifler üzerinde asli etki sahibi aktör konumuna yükselmek.
Görüşmelerden sonuç alınırsa; Suriye sorununun BM gözetiminde ve Rusya’nın denetiminde askeri ve siyasi sonuçlar doğuracak şekilde çözülmesini sağlayarak sahadaki askeri başarısını diplomatik ve uzun vadeli stratejik kazanıma dönüştürmek. Diplomasi sürecinden sonuç alınamazsa muhalifler arasında derin ayrılıklar ya da çatışmalara neden olarak İdlib’e yönelik askeri operasyon öncesi şartları lehine çevirmek.
Elbette, görüşmelerin tek aktörü Rusya değildi. Garantör olarak ön plana çıkan Türkiye ve İran masanın asli tarafları olan rejim ve muhalifler ve toplantıya doğrudan katılmasalar da süreci etkileyebilecek ABD ve Suudi Arabistan gibi aktörleri de unutmamak lazım.
Türkiye’nin beklentisi
Türkiye’nin beklentisi süreçte etkin rol oynayarak Suriye’de ortaya çıkacak yapıya belli bir ölçüde yön vermek gibi görünüyor. Türkiye’nin önceliğinin PKK ve IŞİD’le mücadeleye dönmesi, muhaliflerin zayıflaması, 15 Temmuz darbe girişimi sonrası Türk-Rus ilişkilerinin yeni içeriği gibi faktörler Türkiye’nin Suriye politikasında gözle görünür bir değişikliğe neden oldu.
Sahadaki şartların ve iç politikadaki kritik gelişmelerin sonucu olarak Türkiye’nin Suriye politikası çok değişti. Son dönemde bazı üst düzey siyasetçiler tarafından da altı çizilen bu değişim Astana’ya yansıdı. Türkiye, yapısal ve stratejik tehditleri önceleyen bir politikayla Suriye’de optimum bir çözüm arayışına yöneldi. Bunun anahtarı, rejime karşı dengeli bir muhalefet kurarak kendisini farklı tehditlere karşı savunmak. Bu nedenle, hem İran’ın etkisini sınırlamaya hem de tehdit algıladığı terör örgütlerinin etkinliğini kırmaya yönelmiş durumda. Bu nedenle Astana, Türkiye için kısa vadede değil uzun vadede sonuç yaratacak bir süreç.
Muhalifler İran’a tepkili
İran’ın durumu ilk iki garantörden farklı. İran ve Rusya bugüne kadar Şam’ı ayakta tutabilmek için birçok alanda işbirliği yaptı. Ancak, İran, Suriye’deki çatışmayı, Ortadoğu genelinde kendi etki sahasını genişletmenin bir aracından öte varoluşsal bir savunma hattı olarak görüyor. İran, Moskova, Şam, Bağdat gibi başkentlerde savaşta sadık bir müttefik olduğunu kanıtladı.
Ancak bu başkentlerin hepsi çatışma sürecinde İran’a karşı kayıpları olduğunu da gördüler. Şam ve Bağdat çatışmalar mezhepsel boyuta kaydıkça İran’ın etkisinin arttığını görüyor. Fakat Irak’ı da Suriye’yi de mezhepsel temelde kurulacak bir yönetimle yönetmenin imkansız olduğunun farkındalar. Her iki ülke de çatışmadan sonra ülkede egemenliklerini korumak istiyorlarsa, otoritelerini İran’la paylaşmanın bedelinin ağır olduğunu biliyor.
Astana’da muhaliflerin en büyük tepkiyi gösterdiği ülkenin İran olduğu unutulmamalı. İran’ın bu süreçte masada olmasının iki nedeninden birisi, ateşkesin denetiminin sağlanması için sahadaki milisler üzerindeki etkinliğidir.
Yazının tamamını okumak için buraya tıklayınız.