Jumpei Yasuda, El Kaide’den ilham alan ama son dönemde örgüte bağlı olmadığını açıklayan Heyet Tahrir el-Şam adlı Suriyeli muhalif örgüt tarafından kaçırılıp son 3 yıldır dış dünya ile bağı tamamen kesik yaşamak zorunda bırakılan gazeteci, 2 hafta önce serbest kalmasının ardından zor da olsa yeni hayatına uyum sağlamaya çalışıyor.
Bir çocuk gibi her şeyi yeni baştan öğrenen Jumpei Yasuda yeri geliyor, “Bugün günlerden ne?” diye soruyor. Ne var ki konu esaret günlerine gelince 44 yaşındaki seyrek gri saçlı ve ince sakallı bu adam, onu kaçıranların tutmasına izin verdiği günlükler sağolsun, her tarihi ve olayı detaylı biçimde hatırlıyor.
Jumpei Yasuda, ya da örgütün ona verdiği kod adıyla “Nidal”, 23 Haziran 2015’te Türkiye sınırından Suriye’ye geçmesinden kısa süre sonra İdlib civarında kaçırıldı. Ondan kısa süre önce ise kendisi de Haruna Yukawa adlı bir Japonu kurtarmak için Suriye’ye geçen Japon video yapımcısı-gazeteci Kenji Goto kaçırılmıştı. İstenilen fidye ödenmeyince hem Yukawa hem Goto 2015 yılı başında Irak Şam İslam Devleti (IŞİD) örgütü tarafından arka arkaya infaz edilmişti.
Deneyimli bir savaş muhabiri olan Yasuda, 2002’den beri Afganistan, Suriye, Irak, ve Endonezya’da Aceh gibi çatışmanın eksik olmadığı bölgelere gidiyor. Daha önce 2004’te Irak’ta kaçırılmış ama 3 günde serbest bırakılmış. Ama bu defa Suriye’de işler tamamen ters gidiyor ve tam 3 yıl 3 ay esir tutuluyor.
Oğlunun kaçırılması karşısında yıkılan annesi Sachiko, ona şans getirmesi umuduyla Japonya’da bir dilek geleneği olarak kağıt katlama turnalardan tam 10 bin adet katlıyor ki bu, Yasuda’nın esir tutulduğu neredeyse 1000 günün her biri için 10 tane turna demek. Şarkıcı olan eşiyle bir-iki kez yazışmasına izin veriliyor, onda da eşine şifreli şekilde “Sakın benim için fidye ödemeyin” mesajını gönderiyor.
Yasuda’yı kaçıranlar onun eline, kurtarılmak için yalvardığını söylediği bir metin tutuşturarak üç videosunu ve bir fotoğrafını çekip internete koyuyorlar. Ancak ülkesi Japonya, beklenen ilgiyi göstermiyor.
Japon halkı, “kendi etti kendi buldu” şeklinde değerlendirdiği bu tür kaçırmalar karşısında bıkkın ve hatta eleştiren bir tavır içerisinde.
Japon televizyon yorumcularından bazıları, hükümetlerinin defalarca yaptığı uyarılara karşın savaş bölgesine gitmekle suçladıkları Yasuda gibi Japon vatandaşlarını, oralarda çektikleri yetmiyormuş gibi sorumsuzca davrandıkları ve ülkenin adını lekeledikleri için bir de geri döndüklerinde burada azarlıyorlar. (Nitekim Yasuda da kurtulduktan sonra Türkiye’den Japonya’ya uçakta gelirken “Japonya’ya geri donmek, Suriye’ye gitmekten daha stresli” demişti.)
Yine de Yasuda’nın durumu en yüksek mevkide ses getirdi. Japonya Başbakan Shinzo Abe’nin, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdogan’a Yasuda’nın serbest bırakılması için aracılık etmesi konusunda özel ricada bulunduğu söyleniyor.
Bu arada, bu hafta Tokyo’yu ziyaret eden Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, Japan National Press Club’da düzenlediği basın toplantısında Yasuda için ne Türk ne de Japon tarafınca fidye ödenmediğini söyledi.
Jumpei Yasuda, BBC Türkçe’nin sorularını yanıtladı.
2015’te Suriye’ye gitmek için nasıl bir plan yaptınız? Size kim yardım etti?
Suriye’yi 2012’de ziyaret etmemin ardından Suriyeli bazı kontaklarımla iletişimimi sürdürmüştüm. Mesela sonradan İsveç’e yerleşen bir doktor vardı ve küçük muhalif gruplardan insanları tanıyordu. Ancak konuşmamız ilerledikçe durumu tehlikeli bulmaya başladı ve aniden iletişimi kesti.
Sonra bir de iç savaş sırasında Suriye’ye bir çok defa girip çıkmış Doktor Hasan adında Islam alimi birini tanıyordum. Bunların tanıştırdığı başka isimlerle de iletişimim vardı. Özellikle Antakya’da Suriyeli çocuklara eğitim veren bir okulu geçmişte ziyaret etmiş ve onlara Japon sivil toplum örgütlerinden bağış getirmiştim. Bu okuldan bir öğretmeni tanıyordum.
Bu öğretmen daha önce Japon gazeteci Kenji Goto ile çalışmıştı. Goto yakalandığında öğretmen, Goto’nun serbest bırakılması için yapılan kampanyaya, elinde tuttuğu “Hepimiz Kenji Goto’yuz” pankartıyla çektirdiği resmini yüklemişti.
Bu kişi beni, Goto’ya 2013’de İdlib’de rehberlik yapmış ve onunla internette çocuklar için bir eğitim programı projesinde beraber çalışmış bir rehberle tanıştırdı. Bu rehberin Ahrar el-Şam ile (Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad’a karşı savaşan İslamcı ve Selefist bir grup) bağlantısı vardı.
Suriyeli rehberin, Goto ile internet projesi yapması, medya ile ilişkili olması gibi nedenlerden dolayı güvenebileceğim ve beraber çalışabileceğim biri olduğunu düşündüm.
Orijinal plan neydi?
Rehber, Suriye’de Türkiye sınırına çok yakın Al Adhar adlı bir köyden geliyordu. İlk olarak aklımızda oraya gitmek vardı.
Ama kendisi bir sivil toplum kuruluşunda çalıştığı için gidemiyordu. Ancak, abisi örgütte yüksek bir mevkideydi ve benimle ilgilenebilecekti.
Abisiyle beraber sınırı Karbeyaz adlı Türk köyünden geçecektik ve orada bizi bekleyen rehberin kuzeni bizi arabayla alıp kendi köyüne götürecekti.
İşler nasıl ve neden ters gitti peki?
22 Haziran 2015 gecesi hala Türk tarafındaki Karbeyaz’daydık. Suriye tarafı zifiri karanlıktı. Orası dağlık bir bölge ve gidip gelen bir sürü Suriyeli gördüm.
Bir aile özellikle dikkatimi çekti. Yaşlı bir adam ve kadın, eşyalarını yüklenmiş muhtemelen Türkiye’ye mülteci olarak geliyorlardı. Yanlarında üç rehber vardı. Bir tanesi sınıra defalarca girip çıkarak çevredeki herkesi yönlendiriyor gibiydi. Ama diğer iki kişi sanki ailenin yakınları gibiydiler.
Bu ikisi benim Suriye tarafına geçmek isteyip istemediğimi sordu ve yardım teklif etti. O sıralarda Türkiye-Suriye sınır kontrolü oldukça sıkıydı. Benim gibi halktan birinin tek başına sınırı geçmesi imkansızdı.
İlk plandan farklı olmasına rağmen birilerinin bir yerlerde benim için bunu ayarladıklarını düşünerek tekliflerini kabul ettim. Yaptığım en büyük hata bu oldu.
Kaçırıldığınızı nasıl anladınız?
Bu üç kişiyle sınırı geçtim ve Türkiye’ye geçen o aileye eşlik eder gibi görünen o ikisinin arabasına konuldum.
Suriye’ye geçtiğimizde arabada gözlerimi falan bağlamadılar. Yarım saat gittikten sonra bir khubz (bir çeşit Arap ekmeği) fabrikasına vardık.
Ertesi gün, 23 haziran yani, sabah erken saate kadar orada kaldık. Çantamı ve eşyalarımı o fabrikada bırakıp beni bir köy evine götürdüler. O sırada alıkonulduğumu ve kaçırıldığımı anladım.
Bu defaki kaçırılmanız ile 2004’te Irak’ta kaçırılmanız arasında ne fark vardı?
Bu köy evine götürdüklerinde benim casus olabileceğimden şüpheleniyorlardı. İlk kez Irak’ta kaçırıldığım zaman da beni kaçıranlar yine casus olmamdan şüphelenmişlerdi.
Öyle olmadığımı teyid edince üç gün sonra serbest bırakmışlardı. Ama 2015’in Suriye’si 2004’ün Irak’ından oldukça farklıydı. Goto ve James Foley’in (2014’te IŞİD tarafından idam edilen bir başka Amerikalı gazeteci) hikayelerinin nasıl sonlandığını biliyordum.
Beni kaçıranların casusluk testini geçmiştim. Ama beni serbest bırakmak yerine İdlib’deki bir evin bodrum katına götürdüler.
Orada size nasıl davrandılar?
Bana ızgara tavuk gibi doğru düzgün yemekler verdiler. Bir ay sonra televizyon seti getirdiler.
Elektrik her gün 6 saat veriliyordu ve ben de televizyon seyrediyordum. İngilizce rehber de getirdiler. Rehberin telefonunun Türkiye sinyali olduğunu fark ettim.
Bir ara Türkçe gazeteye sarılı lahmacun da geldi. Bütün bunlardan Türk sınırına yakın olduğumuz sonucunu çıkardım. Israrla beni öldürmeyeceklerini söylüyorlardı — Japonya para ödemeyi reddetse bile.
Zamanla yanınıza daha başka rehineler de katıldı mı?
Mayıs 2016’da beni üçüncü bir eve götürdüler. 14 Mayıs’ta akşamüstü birinin bahçe kapısını açıp binanın çevresini dolandığını duyuyordum. Yanımdaki odada bulunan militanlar birden konuşmayı kesip dinlemeye geçtiler.
Adamı yakalayınca “Jandarma!” diye bağırdılar. Adam İngilizce “Bu büyük bir sorun. Nereye gideyim?” diye sordu. Adam Türk’tü ve Arapça bilmiyordu.
Sanırım militanlar adamın Türkiye’den beni aramaya gönderilmiş biri olduğunu zannettiler. Adamı dövdüklerini ve bunu da ceza olsun diye yaptıklarını söylüyorlardı.
Bir süre ikimizi aynı evde tuttular. Benim için “Nidal’i ne yapacağız?” dediklerini duydum. 10 Temmuz’da eşyalarımı toplayıp evi tamamen boşalttılar.
Daha önce de beni başka yere naklederken aynı şeyi yapmışlardı. Beni arabaya bindirdiler, bırakılacağımı zannettim. Ama bir süre gittikten sonra bir başka arabaya aldılar ve güneye doğru gittik.
O gün beni İdlib’in güneyindeki Jabal Zawiya bölgesinde toplu cezaevine naklettiler. 5 katlı bir bina ve bir kat da bodrum katı vardı.
100’den fazla kişiyi burada hapiste tutuyorlardı. Aralarında Şeriat kanunuyla yargılananlar vardı. İranlı rehineler, Suriye’den bir aile, Pakistanlılar, Kanadalı bir adam ki pek rehineye benzemiyordu, haşhaş satıcıları, Esad’ın ordusundan askerler, misyonerler ve Türk mücahitler de vardı.
Sizi hiç Müslüman olmaya zorladılar mı?
Toplu cezaevinin müdürü olan kişi insanları zorla Müslüman yapmak gibi bir politikalarının olmadığını söyledi. Oradaki rehinelerden İranlılar Şii idi. Sanırım Suriyeli aile de Sünni değildi çünkü ettikleri dua oldukça melodikti.
En son bu yılın Mart ayında beni koydukları tek katlı bir başka cezaevini Uygurlu bir grup yönetiyordu. Çoluk çocuk cihat için gelenler vardı.
8 çocuklu ve 3 eşli bir erkek anlattı: Çin’den Vietnam’a geçmişler, oradan da sahte pasaportlarla Türkiye’ye gelip Suriye’ye geçmişler. Ramazanda kadınların camide dua ettiklerini duyuyordum. Arap ekmeği khubz’ın aksine daha kalın olan Uygur ekmeği pişiriyorlardı.
Sizi kaçıranların internete koydukları video ve fotoğraflarınızı anlatır mısınız?
Tişört ve atkıyla göründüğüm ilk video 15 Mart 2016’da beni götürdükleri ikinci evde çekildi. O zamana dek Japon tarafı tepkisiz kaldığı için bu
Bu videoda elime verdikleri bir metni okudum. Ama bunu izleyen sürede de Japonya’dan bir yanıt gelmedi. 23 Mayıs 2016’da bir diğer eve götürdüklerinde de fotoğrafımı çektiler.
Üzerimde turuncu bir tişört vardı ve elimde de Japonca “Lütfen yardım edin. Bu şon sans. Jumpei Yasuda” yazılı bir kağıt tutuyorum. Japonya’dan yine bir cevap gelmedi.
Bana öyle geliyor ki fidye almak için değişik taktikler ve yöntemler deniyorlardı. Eğer bu sonuncusu da işe yaramazsa ümidim, muhtemelen pes edip beni serbest bırakacaklarıydı.
Sizce neden hayatınızı bağışladılar?
Bu videoların hiçbirinde örgütün adını söylememeleri aklımı kurcalıyor. Beni kaçıran grup daha büyük bir örgütün içinde küçük bir gruptu; bilakis grubun isminin duyulmasından endişe ediyorlardı.
Önlerinde IŞİD veya El Kaide örnekleri vardı. Fidye ödendiğinde ardından bombaların eşlik ettiğini anlamışlardı. Bir de bu grup daha önce hiçbir yabancıyı katletmemişti. Yetkililerin radarına bu şekilde girmekten kaçınıyorlardı.
Serbest bırakılacağınızı nasıl anladınız?
Bana serbest bırakılacağım ilk olarak 2016 aralık ayında söylenmişti. Bir süre öyle gibiydi de.
Ama 100’den fazla kişinin kaldığı bu toplu cezaevine nakledilince beni öldürmeseler bile en azından sonsuza dek burada tutabileceklerini düşündüm. Beni bu tesise nakletmek onlar açısından masrafları kısmanın bir yoluydu.
Birkaç kez daha serbest bırakılacağım söylendi ama sonuna doğru bir sürü koşul eklendi. Son zamanlarda ise kafalarında benim ajan olduğumla ilgili şüpheleri ayyuka çıktı. Örneğin yemekten önce tuvalete gidip gitmediğimi kontrol ediyorlardı.
23 ekim günü cezaevi tesisinden gözüm bantlı şekilde bir arabaya bindirildim ve sonra da başka bir arabaya kondum. İkinci arabadaki kişi Türk’tü ve sigara içiyordu.
Elbette beni kaçıranlar sigara içmiyordu. O nedenle o anda neler olduğunu anladım. Türkiye benim serbest kalmam için araya girmişti. Bu kişi bana İngilizce güvende olduğumu söyledi.
Bir saat yol aldıktan sonra Antakya’da gümrük kapısından sadece 200 metre uzağa geldik. Orada gözümdeki bandı çıkardılar.
Daha sonraki günlerde Türkiye’deki beni kurtarma operasyonunun başarıya ulaştığı haberlerini duydum. Açıkçası ben, benim Suriye sınırı içinde teslim edildiğimi düşünüyorum. Silahlı çatışma olmadı.
Ama eğer dediğim doğruysa, silahlı çatışma olmadan da böyle bir kurtarma operasyonu için Suriye’ye girmek fazlasıyla riskli bir iş. O anlamda Türk hükümetine ve teşkilatlarına destekleri için müteşekkirim.
Bütün bu başınıza gelenlerden sonra kamuoyuna ne söylemek istersiniz? Özellikle bu tür örgütlere katılmaya heveslenen genç insanlara?
Geriye dönüp durumuma bakıyordum da… Casus şüphesiyle bir metrelik bir hücrede tutulmam, her iki yanımda 24 saat her şeyimi dinleyenlerin olması (yüzümde yürüyen karıncayı silkelemek için hareket etsem bile), dövülen insanların sesleri…
Bunlar kesinlikle İslami değerlere uygun İslami davranışlar değil. Eğer insanlar bu değerleri düşünüyor veya Müslümanlık görevini yerine getirmek için İslam adına buralara katılmak istiyorlarsa orada olan şeyin İslam’la uzaktan yakından ilgisi yok.
Başıma gelen bu şey, Suriye’de şu an devam eden bu durum…Bunun adı şiddet, bunun adı işkence, bunun İslamla da İslami inançla da ilgisi yok. Çatışma devam ediyor ve oradaki günlük hayat çok farklı. Bir şekilde insan insanlığından çıkıyor, kayboluyor.
Türk kamuoyuna ne demek istersiniz?
Beni kaçıranlar kaldığım o cezaevinde konuştuğum kişilere, ki aralarında Türkler de vardı, Japonya’dan geldiğimi söylememi istemiyorlardı. Gerçek adım olan “Jumpei”‘yi kullanmamı da istemiyorlardı çünkü daha sonra bu bilgi yetkililere ulaşabilirdi.
Ben de Çinli olduğumu ve adımın da “Jumbo” olduğunu söylüyordum. O tesiste kalan ve Çinli Jumbo’yu hatırlayan bir Türk varsa lütfen benimle bağlantıya geçsin! Esaretimin bir kısmını bir metrelik bir hücrede elimdeki tek şey olan eskimiş bir Türkiye gezi rehberini tekrar tekrar okuyarak geçirdim. Pek çok farklı yerleriyle ilgili bilgi sahibi oldum. O yüzden gelecek sefere Türkiye’ye turist gibi gitmeyi çok isterim.(BBC)