Zarrab davasının savcısı Bharara: Türkler bana ilan-ı aşk etti
Türkiye’de uzun süre gündemi belirleyen Rıza Zarrab dosyasının savcısı Preet Bharara görevden alınmasının ardından baktığı davalarla ilgili bir kitap yazdı.
‘Adaleti sağlamak – Suç, ceza ve hukukun üstünlüğü üzerine bir savcının düşünceleri’ (Doing Justice — A Prosecutor’s Thoughts on Crime, Punishment and the Rule of Law) isimli kitapta Zarrab davası ile ilgili bölümlerde ilgi çekici kişisel detaylar bulunuyor.
Zarrab’ın görünüşte Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve bakanlarına yakın olmakla bilinen bir altın tüccarı sanıldığını ancak dava sürecinde birçok karanlık gerçeğin ortaya döküldüğünü anlatıyor. Bharara kitabında şu ifadelere yer verdi:
“Zarrab ailesi ile tatil için ABD’ye gelirken İran ambargosunu deliyor olmaktan ötürü savcı Michael Lockard’ın onun ve yedi kişinin daha hakkında uzun süredir sessizce ve yoğun şekilde araştırma yapmış ve bilgi toplamış toplamış olduğunu bilmiyordu.
Sahte şirketler kurmuş ve Türk yetkilileri rüşvete boğmuş olan Zarrab altın karşılığında petrol takasını yönetiyor ve her yıl milyarca dolarlık (sadece 2012 için 10 milyar dolar) görünmez bir ticareti orkestra ediyordu. Bir defasında pop yıldızı olan eşine onun için Mars gezegenini satın alacağını söyleyecek kadar kibri kabarmıştı.”
Türkler ilanı aşk edip kebap ve rakı ısmarlamak istediler
Zarrab’ın ABD’de gözaltına alındığı ana kadar soruşturmadan ve içeriğinden habersiz olduğunu belirten Bharara, hakkında soruşturma yürütülen kişilerin kendi ayaklarıyla ülkeye gelme ihtimaline karşı bu tür dosyaların ve soruşturmaların gizli yürütüldüğünü söylüyor ve ekliyor:
“Türkiye’nin bu gözaltına anında verdiği tepki akıllara durgunluk vericiydi. Davaya bakacağımı öğrendiğimde, tıpkı Hindistan dosyasında olduğu gibi, bir gecede o ülke insanları arasında sansasyonel bir karakter haline geldim. Abartmıyorum. Sadece saatler içerisinde twitter hesabım patlama yaşadı ve 8 bin kişi olan takipçi sayım 250 bine yükseldi. Yeni takipçilerimin tamamı Türktü. İsmim ve resmim Türk basınında her yerdeydi. İnsanlar bana dualarını gönderiyor, başarılar diliyor, teşekkür ediyor hatta bazıları kebab ısmarlamak istiyordu. Bir seferinde bonkör bir takipçi bana rakı, şiş-kebap ısmarlamak, lokum ve halı göndermek istediğini yazdı. Bende ona kebap sevdiğimi ancak işimi yapıyor olmaktan ötürü herhangi bir hediye kabul edemeyeceğimi söyledim.”
Türk medyası aylarca peşimi bırakmadı
Haftalarca ve aylarca Türk gazetecilerin kendisini gitti her yerde ve katıldığı tüm aktivitelerde takip ettiğini anlatan Bharara, kendisi için şarkılar bestelendiğini, şiirler yazıldığını, ilanı aşk edildiğini ve sosyal medyada Preet Bharara’yı seviyoruz etiketi açıldığını ve dünya trendleri arasına girdiğini yazdı. Bharara şöyle devam ediyor:
“Bunca ilgi alaka nedendi peki? Nedeni şuydu: Birkaç yıl önce 2013’te Türkiye’de savcılar Zarrab’a karşı bir dosya oluşturmuş ve en üst düzey yetkililerin ve bankacıların kaçakçılığa göz yumdukları, yardımcı oldukları, rüşvet aldıkları iddiaları ortaya saçılmıştı. Zarrab suçlu bulunmamış ancak aklanmamıştı da.
Hapse girmiş ancak davası görülemeden kurtulmayı başarmıştı. Onu hapisten çıkartan kartın adı da Recep Tayyip Erdoğan’dı. Tüm dosya Erdoğan hükümetini işaret ediyordu. Çevre bakanı, içişleri bakanı, ekonomi bakanı, AB bakanı ve ilk üç bakanın oğulları hepsi resmin içindeydi. Bazıları o yıl Aralık ayında yolsuzluk operasyonuyla gözlatına bile alınmıştı.”
Medya gücü ile halkın dikkatini dağıtıp herkesi serbest bıraktırdı
Erdoğan’ın gelişmeler karşısında çok öfkeli olduğunu anlatan Bharara devam ediyor:
“Kamuoyuna açık şekilde savcıları ve polisleri suçladı. Soruşturmayı Pensilvanya’da yaşayan Türk ve Müslüman vaiz Fethullah Gülen’in arkasında olduğu bir ‘yargı darbesi’ olarak nitelendirdi. Amacın kendisini iktidardan indirmek olduğunu ileri sürdü. Erdoğan medya gücünü Türk halkının dikkatini dağıtmak ve başkalarının yaptığı hatalara yönlendirmek için kullandı. Kedini bir komplo teorisinin hedefi olarak göstermeye devam etti.”
Sürecin sonuna doğru Erdoğan’ın bunlardan çok daha fazlasını yaptığını ileri süren Bharara savcıları eleştirmekle ve korkutmakla kalmadığını, onları görevden aldığını, binlerce polis memurunun ve hakimin görev yerini değiştirdiğini ve nihayet Zarrab ile bakanların oğullarını 70 gün sonra serbest bıraktırdığını yazdı.
Gazetecilerin de hükümetin adımlarını soruşturmasına engel olunduğunu söyleyen Bharara kitabının devamında Erdoğan’ın İstanbul Emniyet Müdürü dahil birçok polisin işine son verildiğini, savcıları, polisleri, gazetecileri tutuklayıp hapse attığını, soruşturmayı yürütenler hakkında soruşturmalar başlattığını, çok sayıda medya kuruluşunun kapısına kilit vurduğunu, yeni savcılar atadığını ve bu savcıların da yolsuzluk dosyalarını bir daha açılmamak üzere kapattığını aktarıyor.
Erdoğan çareyi gücünü arttıracak adımlar atmakta buldu
Erdoğan’ın bunlarla da yetinmediğini ifade eden Bharara, daha da ileri giderek kendi yetkisini ve gücünü arttıracak yasal düzenlemeleri hayata geçirdiğini, adalet bakanlığı üzerinden yargı üyeleri üzerinde etkili olduğunu ve Hakimler Savcılar Yüksek Kurulu üyelerini belirleyebilecek yetkilerle donandığını bu şekilde de tüm ülke çağında istediği yere istediği hakimi tayin edip görevden alma gücüne eriştiğini kaydediyor.
İnsanlar ilahi adaletin tecellisi olarak gördü
Kitabında Zarrab davasını kurcalamaya kalkan herkesin bir şekilde devre dışı kaldığını söyleyen Bharara, ülkenin yarısının gözleri önünde yaşanan kayırma ve adaletsizlik karşısında öfkeden kudurduğunu ve bu nedenle dava dosyası kendi eline geldiğinde milyonlarca insanın içinde adaletin tecelli edeceğine dair umut belirdiğini belirterek birçok kişinin bunu ilahi adaletin tecellisi olarak algıladığını ileri sürüyor.
Haberlerde duyana kadar Gülen’in kim olduğunu bilmiyordum
Gelişmeler karşısında Erdoğan’ın sessiz kalmadığını yazan Bharara şunları yazıyor:
“NATO müttefikimiz olan bu ülkenin başbakanı ABD’deki yargı sürecini de etkilemeye çalıştı. Kamuoyu önünde benim hakkımda yalanlar söyledi ve benim Gülen’in müritlerinden biri olduğumu ileri sürdü. Oysa ben basında bahsedilene kadar Gülen diye birinden haberim bile yoktu ve hiç görmemiştim. Erdoğan beni 15 Temmuz 2016 darbesine yardımcı olmakla da suçladı. Ne var ki, ben ömrümde Türkiye’ye bir kez dahi ayak basmadım.
Bu kadarla da kalmadı. Obama yönetiminin son haftalarında Başkan Yardımcı Biden ile görüştü. Bu görüşmenin gündeminde iki konu vardı: Birincisi benim görevden alınmamı istedi, ikincisi de Zarrab’ın serbest kalmasını. Yan, yabancı bir ülkenin lideri Washington’a gelerek görevdeki bir savcıya saldırıda bulundu, Amerikan yargı sürecine karıştı ve bu yanına kar kaldı. Söylendiğine göre 90 dakikalık görüşmesinin 45 dakikası Zarrab dosyası ile ilgili olmuştu. Konu birkaç defa Obama ile telefon görüşmelerinde de gündeme getirildi. Ancak sonuçta ne ben kovuldum ne de Zarrab serbest kaldı.”
İki önemli ders
Trump yönetimi tarafından kovulmasının ardından aylar sonra Zarrab’ın itirafçı olarak itiraflarında Erdoğan’ı ve hükümetini işaret ettiğini belirten Bharara Zarrab vakasından kendi ülkesi için iki önemli ders çıkarılabileceğine değiniyor:
“Bunlardan ilki; adaletin son derece hassas bir şey olduğu. Mahkemelerde yargılananların öfkeyle savcılara sözlü saldırılarda bulunması olağan bir durumdur ve saldırının dozu artarsa kişi mahkeme salonundan çıkartılır. Ancak devlet liderleri böyle saldırılarda rol oynarsa adaletin kendisi örselenir ve adalete olan güven sarsılır. Sadece sözlü retoriklerden gücü kötüye kullanmaya giden yol bir çırpıda geçilebilir. Nitekim 2013’teki dosyanın üzerinin örtülmesinin ardından Türkiye sürekli daha baskıcı bir otokrasiye dönüştü. Basın sürekli daha çok ezildi. Özgürlükler giderek azaldı. Darbe girişimi ile Erdoğan’ın paranoyaları ve kedini korumaya alma çabaları güçlendi. Unutulmamalı ki, kriminal bir davaya müdahalesi bu yoldaki en önemli kilometre taşlarından biriydi. Hiç kimse buna benzer durumların ABD’de yaşanmayacağını söyleyemez.
İkinci ders de şu; insanlar adalete açtır. Adaletin görüntüsüne bile açlık duyar. Türkiye’den bana akan mesajlar ve hisler bu açlığın net bir örneğiydi. Hiç kimsenin kanunların üzerinde olmadığına inancın devam edebilmesi umudu. Gücün ve ayrıcalıkların kimseyi hesap vermekten ve ceza almaktan kurtaramayacak olmasına duyulan hasret ve tüm bunlar için savaşacak cesur insanlar olduğunu bilmek istemek. Hukukun üstünlüğü umudu dünyanın her yerinde medeni insanların ortak bir umudu.
Bharara’nın 333 sayfalık anılarını paylaştığı kitap, 19 Mart’ta piyasaya çıkıyor. Birçok ulusal ve uluslararası yolsuzluk soruşturmasın bakan başsavcının kitabı daha henüz piyasaya çıkmadan Amazon üzerinden yapılan online satışlarla hukuk kategorisinde en fazla satan kitap olarak zirveye yerleşti.(Euronews)